TÜRK HUKUK TARİHİ DERS NOTU

TÜRK HUKUK TARİHİ

İSLAMİYET ÖNCESİ DÖNEM: Hun, Göktürk ve Uygur devletleri ve bu dönemde kurulmuş muhtelif Türk devletlerinin hukukunu içine alır.

Kaynaklar:
Orhun Kitabeleri: Eski Türk devlet yapısı hakkında çok az da olsa değerli bilgiler verir. Uygurlar Dönemi: Satım, kefalet, evlat edinme, trampa, faizli ödünç verme gibi birçok hukuki işlemle ilgili belgeler. Uygur dönemi özel hukuku hakkında doğrudan çok kıymetli belgeler vermektedir.
Kutadgu Bilig - Yusuf Has Hacip: Uygurlar dönemi devlet teşkilatı için önemlidir. Karahanlı Hanı Tabgaç Buğra Han’a hediye için yazılmıştır. 11. yüzyıl. Anlamı: Kut hakkında bilgi veren bilgi.
Divan-ı Lügati’t Türk - Kaşgarlı Mahmut: Türk dili tarihi bakımından çok önemlidir. 11. yüzyıl.
Türk Destanları: Yaratılış, Şu, Manas, Ergenekon, Oğuz.
Kanunnameler: Cengiz Yasası (Cengiz Han), Timurun Tüzükatı (Tüzükleri). —> Türkler ve Moğollar kamu hukuku açısından aynı geleneği kullanmışlardır.
(?) Çin kaynakları: Dolaylı da olsa Türk hukuku hakkında bilgi sunuyor. Türklerlerle Çinlilerin kaynakları objektif olmayabilir. (zamanında yaşanan düşmanca ilişkiler)

TÜRK DEVLETLERİNİN YAPISI VE İŞLEYİŞİ:

Hun Devleti: Bilinen ilk büyük Türk devleti —> Daha sonra gelen Türk devletleri Hun Devleti yapısını örnek almışlardır.
Devlet = İl (Eski Türklerde): İl gelişmiş ve büyük bir toprak parçasına hükmeden bir siyasi yapı.
Hakan: İlin başında çeşitli unvanlar taşır
  • il > bodun > boy
  • Boy: Bir boy beyinin başkanlığında aile gruplarından meydana gelen en küçük siyasi birim.
  • Bodun: Boyların bir araya gelmesiyle oluşur. Bodunun hakim boy beyi “yabgu, şad, ilteber” gibi unvanlarla bodunun beyi olmaktadır.
  • Boy ve bodunlar eski Türk devletlerinin kolay kurulup kolay yıkılmalarına rol oynamışlardır.

I.) HAKAN: siyasi ve idari yapının en üstünde bulunan bir monark.
Allah tarafından kendisine siyasi hakimiyet (kut) verilmiş ve Türk milletini idare etmesi için görevlendirilmiş bir ulu kimse. —> Teokratik bir anlam taşımıyor.
Hakanlığı kuran aile içinde irsidir. Aynı zamanda ordunun kumandanı. Kanun koyma yetkisi var.
Gerek gördüğünde bazı suçluların yargılamasını da yapar.
II.) KURULTAY: kurultay ve törenin hakanın iktidarını sınırladığı düşünülebilir.

  • Türk devletlerinin işleyişinde önemli bir yeri vardır.
  • Toplantılar çok maksatlıdır. Hem devlet işleri görülür (siyasi ve askeri bir meclis), hem dini ayin ve ibadetlerin yapıldığı bir nevi tören ve hem de bazı eğlencelere olan şölenlerdir.
  • Hunlarda 3 ayrı toplantı var:
1.) Senenin ilk ayında hakanın sarayında yapılırdı.
2.) Senenin 5. ayında yapılırdı. Bu ilkbahar toplantısı Hun devletinde önemliydi. Bu toplantıya katılmayan beyler hakana isyan etmiş sayılırdı.
3.) Sonbaharda yapılan askeri maksatlı toplantıdır. Bu toplantının akabinde Çin’e akınlar başlardı.

III.) VEZİRLER:
  • Önemli görev ve yetkileri bulunan hakanlar, bu görevlerini ifa ederlerken vezir veya bakan diyebileceğimiz yardımcılardan yararlanmaktadır.
  • Devlete önemli hizmetleriyle meşhur olmuş vezirler:
1.) Göktürkler: Bilge Tonyukuk
2.) Uygurlar: Kutlug

IV.) TÖRE:
Sosyal ve hukuki kuralların bütününe töre adı verilirdi. Devletlerden daha uzun bir devamlılığı vardır: “il gider, töre kalır.” Töre 3 şekilde oluşur:
1.) Halk arasında zaman içinde var olan örf ve adetlerin belirli bir süreç içinde hukuki bir karakter kazanması ve sosyal yaptırımların yanı sıra hukuki yaptırımların da devreye girmesi.
2.) Hakanın iradesiyle oluşması. Kutagdu Bilig’de vezir hükümdara iyi töre koymasını tavsiye etmektedir.
3.) Kurultaylarda alınan kararlarla oluşmasıdır. Yerleşmiş töre hükümleri de kurultaylar tarafından değiştirilebiliyor.

ADLİ YAPI VE YARGILAMA:
Hakana yönelik siyasi suçlarda yargılama bizzat hakan tarafından yapılıyordu. Genellikle yargılama bu konuda ihtisas kazanmış hakimler tarafından yapılmaktaydı.
Hakim mesleği itibarlı meslekler sırasında önde gelmekteydi.
Yargılamalar süratle yapılmaktaydı. Hunlarda yargılama 10 günden fazla sürmemekteydi.

AİLE HUKUKU:
Ataerkil yapı.
Büyük aile özelliği yok. Evlenen erkekler aileden ayrılarak ayrı bir ev kurarlar.
Kadının aile içindeki yeri seçkin. Orhun kitabelerinde hakanın eşinden saygı ile bahsedilir.
I.) EVLENME:
Dıştan evlenme kuralı görülmektedir.
Taraflar anlaştıktan sonra kızın ailesine ödenecek kalını tespit ederler. Düğün, ancak kalının tamamı ödendikten sonra yapılırdı. (demek ki nişanlılık dönemi var)

Tek evlilik esas olmakla birlikte zaman zaman çok eşlilik de görülmektedir.
Levirat: Ölen babanın ikinci hanımı ile oğlun, keza ağabeyin hanımı (yenge) ile küçük kardeşin evlenmesi şeklinde gerçekleşir. Başta Yahudiler olmak üzere birçok toplumda görülmektedir.
Sororat: Baldızla evlenilmesi durumu.
Türk toplumlarında daha çok yenge ile evlenme ile karşılaşılmaktadır.
Bu uygulamaya yol açan sebepler: dul kalan eşin ve çocukların bakım ihtiyaçlarınının bu yolla temin edilmesi, aile mülkünün parçalanmasını ve yabancıya gitmesini önleme ve aile içinde kalarak ölen kocanın ruhuna hizmet etmenin dul eş için mümkün kılınması.

II.) KALIN:
Kalının miktarı söz kesme anında belirlenirdi. Kalın 4 bölümden oluşur:
1.) Kara mal: Söz kesme anında babaya verilen mal.
2.) Yelü: Nişanlı erkeğin ilk ziyaretinde nişanlısına verdiği hediye.
3.) Tüy mal: Düğün masraflarına katkıda bulunmak üzere verilen mal.
4.) Süt hakkı: Kızın annesine damat tarafından verilen hediye.
Kız tarafı kalın mukabilinde uygun bir çeyiz hazırlama yükümlülüğü altına girerdi.
Nişanın bozulması durumunda bu erkek tarafının arzusu üzerine olmuşsa kızın ağır kusurlu olması durumu müstesna verilen kalın geri alınmaz. Aksi durumda kalının iadesi gerekir.
Erkeğin düğünden önce ölmesi durumunda kardeşi ağabeyinin yerine geçme hakkına sahiptir. Kız tarafı buna razı göstermezse kalın iade edilir.
Eğer erkek kardeşlerden hiçbiri bu evliliğe rıza göstermezse kalının iade mecburiyeti de kalkar.
Kızın ölmesi durumunda ise varsa kız kardeşinin ölenin yerini alması gerekir. Bu durumda onun için baldız kalını adıyla küçük bir ilave yapılır. Kız kardeşin ölen kızın yerini almaması durumunda kalının iadesi gerekir.

III.) BOŞANMA:
Aile birliğinin yürümediği durumlarda başvurulur.
Kocanın kendisine fena muamelelerde bulunması, başkalarıyla gayrimeşru ilişkiler içine girmesi ve iktidarsız olması durumlarında kadının boşanma hakkının olduğu kabul edilmektedir.
Kadının gayrimeşru ilişkiler içinde olması da koca için bir boşanma sebebidir.
Boşanmada kocanın kusurlu olması durumunda kadın kalını ide etmez ve getirmiş olduğu çeyizi geri götürür.
Kadın kusurlu şse kalını iade etmek zorundadır.
Hiçbir taraf kusurlu değilse kadının ailesi kalını iade eder, erkek de çeyizi geri verir.
IV.) EVLAT EDİNME:
Evlatlık ilişkisi, evlat edinenle evlatlık veren arasındaki bir antlaşmayla kurulmakta ve evlatlıklar sahih nesepli çocuklarla benzer haklara sahip olmaktadır. (evlatlığın bakım masraflarının evlat edinen tarafından üstlenilmesi, mirasından yararlanması ve evlat

edinen daha sonra çocuklarının olması durumunda evlatlığını öz çocuklarından ayırmaması gerekliliği)
Süt sevinci: Evlatlıkların bazen karşılıksız olarak verildiği, bazen de mukabilinde belirli bir para veya mal alındığı görülmektedir. Buna süt sevinci denir. Bu bir anlamda çocuğu evlat evlatlık verildiği çağa kadar yapılan masrafları ifade etmektedir.
Bu ilişkinin tesisinden itibaren evlatlığın asıl ailesiyle ilişkisi kalmamaktadır. Aila daha sonra çocuğu geri almak isterse o güne kadar yapılan masrafları ödemek zorunda olmaktadır.
Evlatlığa verme sebepleri: Çocuğu olmayan ailelerin evlat edinmek istemeleri, ailenin fakirlik sebebiyle çocuklarına bakamıyor oluşu.

MİRAS HUKUKU:
Evlenmiş ve aileden mal alarak ayrılmış erkek çocuklarıyla, yine evlenmiş ve çeyiz almış kız çocuklarının ana babalarının mirasından payları yoktur.
Dul kalan eşin miras payı vardır. Geriye kalan tereke ölenin erkek çocukları arasında paylaştırılır.
Baba ocağı en küçük erkek kardeşe aittir.
Kanuni mirasçılığın yanı sıra vasiyet yoluyla mirasçılık da mümkündür.

BORÇLAR HUKUKU:
Uygur hukuk belgeleri sayesinde bilgi sahibiyiz. Uygurlar gelişmiş bir ticaret hayatına sahipler.
Uygurlarda gelişmiş bir sözleşmeler hukuku varlığı söz konusudur. Bu sözleşmelerde akdin tarafları, konusu, ifanın şekli, şahitler, akdin tarihi, belgeyi düzenleyen kimse ve imza veya mühürler düzenli bir biçimde kaydedilmektedir.

İSLAM HUKUKU: İslam dininin ortaya koymuş olduğu bir hukuk sistemidir.

İSLAM HUKUKUNUN KAYNAKLARI: Bu kaynaklara klasik metinlerde şer’i deliller denmektedir.
Kitap: Kur’an-ı Kerim. İslam hukukçusu bir hukuki problemi çözmek için ilk olarak buraya bakar. Burada hukuk ayetleri daha çok genel prensipler ve özet hükümler halindedir. Diğer kaynaklara ihtiyaç duyulması da bu yüzdendir.
Sünnet: Hz. Peygamber’in sözleri, davranışları (fiili sünnet) veya başkalarının söz ve davranışlarını onaylamasıdır (takriri sünnet). Mecelle, bu iki kaynağın asıl olduğunu belirtmiştir. Sünnet iki kısımdan ibarettir: senet ve metin. Metin, Hz. Peygamber’in söz ve davranışlarını anlatan kısımdır. Senet de metni ilk kaynağından 3. asrın ortalarına kadar getiren kimselerin (raviler) isim zinciridir.
İcma: İslam hukukçularının herhangi bir dönemde hukuki bir mesele üzerinde görüş birliğine varmalarıdır. İcmanın esas itibariyle Kitap, Sünnet veya tartışmalı olmakla birlikte İslam hukukunun diğer kaynaklarından birine dayanması gerekir. 2 türlü icmadan

bahsedilir, sarih ve zımni icma. Sarih icma: Belli bir konuda bütün hukukçuların açıkça görüş bildirmeleri ve bu görüşlerin aynı noktada birleşmeleri. Zımni icma: Bazı hukukçuların açıkça görüş bildirmeleri, diğerlerinin ise bu görüşe karşı çıkmamaları söz konusudur.
Kıyas: Kitap, Sünnet ve icmada hüküm bulunamayan bir meseleyi aralarındaki ortak illetten dolayı hakkında hüküm bulunan bir meseleye benzetmeye ve asla ait hükmü bu yeni meseleye taşımaya kıyas denir.
İhtihsan: Kıyasla sabit olan bir hükümden ayrılıp başka bir kıyasa (gizli kıyas) başvurma işlemi veya özel bir meselede genel kuraldan ayrılıp farklı bir kuralı benimsemedir. Hanefiler, Malikiler, Hanbeliler ihtihsanı kaynak olarak kabul ederler. Şafiiler etmezler.
Maslahat: Hakkında Kitap, Sünnet, icma ve kıyas bulunmayan bir meselede başvurulan kaynak. Fayda, yararlılık. Malikilerin maslahata sıkça başvurdukları görülmektedir. İslam hukukçularının maslahatı göründüğünden daha fazla kullandıklarını söylemek mümkündür. Örf: İnsanların sürekli olarak yapageldikleri işlere örf ve adet denir. Kitap, Sünnet ve icmada hüküm bulunmadığı durumlarda birçok hukukçu örfü doğrudan dikkate almış ve ona uygun hükümler ortaya koymuştur.
Sahabe Fetvası: Hz. Peygamber’i gören, onunla bir süre birlikte olan kimseler. Sahabenin kelime anlamı arkadaştır. Sahabenin hukuki görüşleri açıkça belirtilmemiş olsa bile Hz. Peygamber’in sünnetine dayanıyor olabilir. Sahabe fetvasının bağlayıcı olup olmadığı konusunda farklı görüşler vardır. Sahabenin ittifak ettiği görüşlerin bağlayıcı olduğunda tereddüt yoktur; çünkü bu bir icmadır ve icma da bağlayıcıdır.

TEŞEKKÜLÜ:
Hz. Peygamber Dönemi:
  • Mekke Dönemi: Hz. Peygamber’in İslam dinini insanlara duyurmaya ve onları bu yeni dine kazandırmaya çalıştığı ilk dönemdir.
  • Medine Dönemi: Bu dönemde Müslümanlar sayıca kalabalıktır ve Medine toplumunda belirli bir ağırlıkları vardır. Bu dönemde farazi hukuk problemleri de ortaya konmuştur.
Dört Halife ve Sahabe Dönemi:
Re’y: Yeni kaynak. Sünnetten bağımsız ağırlıklı kullanılışı esas itibariyle başlar. Dört halife arasında özellikle Hz. Ömer ve dönemi İslam hukuk tarihinde önemli bir yer tutar. Sahabe hukukçularının bu dönemdeki içtihatları önceki dönemde olduğu gibi vakiaya; yani gelen gerçek hukuki problemlere dayanmaktadır. Farazi problemler ortaya koyup bundan çözümler üretmek, bu dönemde de söz konusu değildir. İslam hukuku henüz bu dönemde tedvin edilmemiştir.

Tabiin Dönemi: Peygamber’den sonraki ikinci neslin yaşadığı ve bu sebeple onların ismiyle anılan dönem, aynı zamanda Emevilerin hüküm sürdüğü dönemdir. İçtihat faaliyetleri okul olarak şekilleniyor.
  • Hadis Okulu: Medine merkezli. Bu okul, hukuki problemleri Kitap ve Sünnet’in ışığında çözen, burada aradığı hükümleri bulamadığında re’ye başvurmayan veya nadiren başvuran hukukçulardan oluşmaktaydı.
  • Re’y Okulu: Kufe merkezli ikinci okul. Ehl-i re’y Kitap ve Sünneti kaynak olarak kabul etme konusunda ehl-i hadisten farklı düşünmemektedir.
Mezheplerin Teşekkül Dönemi:
  • Hanefi Mezhebi: Kurucusu Ebu Hanife’dir. Kufe merkezli bu mezhep re’y okulunun en önemli temsilcidiri. Fıkıh mezhepleri içinde en çok taraftarı olan ve hukuk literatüründe en zengin bulunan mezheptir.
  • Maliki Mezhebi: Kurucusu İmam Malik’tir. Farazi sorular üretmez, böyle soruları cevaplandırmazdı. Kitap ve Sünnet’in yanı sıra Medine’deki yerleşmiş hukuki teamüllere de önem verir ve onu belli alanlarda ahad hadislere tercih ederdi. Hanefiler kadar olmasa da re’ye başvurur, içtihatlarını sadece Kitap ve Sünnetle sınırlandırmazdı. Kıyasın yanı sıra özellikle maslahat sıkça başvurduğu kaynaklar arasındaydı. İmam Malik - Muvatta: Hadisleri bir araya getiren ilk büyük çalışma.
  • Şafii Mezhebi: Kurucusu Muhammed b. İdris eş-Şafii’dir. Hz. Peygamber’in kabilesi olan Kureyş’dendir. İmam Şafii’nin ortaya koyduğu fıkıh, hadis ve re’y okullarının görüşlerinin bir sentezi sayılabilir. Sünnete özel bir önem vermektedir.
  • Hanbeli Mezhebi: Kurucusu Ahmed b. Hanbel’dir. Hukukçu olarak değil, hadisçi olarak kabul ederler. Dini görüşleri nedeniyle Abbasi halifesi tarafından büyük eziyetlere maruz bırakılmış; ancak görüşlerinden dönmemiştir. Sünnetin ve sahabe fetvasının bulunmadığı durumlarda kıyasa başvurmuştur. Suudi Arabistan’da resmi mezhep olarak uygulanmaktadır.
Taklid Dönemi: Mecelle-i Ahkam-ı Adliye’nin hazırlanmasına kadar devam eden uzun dönemdir. Önceki dönemde teşekkül etmiş fıkıh mezheplerinin ortaya koyduğu yorumları genişletmek ve daha anlaşılır hale getirmektir. 9 asır kadar sürmüştür. İslam hukukunun resmi tedvin teşebbüsleri söz konusudur.
Kanunlaştırma ve Yeni İçtihat Dönemi: Osmanlı Devleti’nde Mecelle-i Ahkam-ı Adliye’nin hazırlanışı. Hukuk-ı Aile Kararnamesi ile devam etmiştir.

İSLAM HUKUKUNUN ÖZELLİKLERİ:

  • Dini Menşelidir: Temel esasların Allah ve Peygamber tarafından belirlenmiş bulunmasıdır.
  • Hukukçuların Ferdi İçtihatlarıyla Teşekkül Etmiştir: Devletin 4 halife dönemi dışında bu oluşumda doğrudan bir rolü söz konusu olmamıştır. İslam hukukunda gelişim bu yönde olmuştur.
  • Meseleci (Kazuistik) Metodla Doğmuş ve Gelişmiştir: Başlangıçta tek tek hukuki meselelere getirilen çözümler ve bunun yol açtığı hukuki yorum ve tartışmalar şeklinde gelişmiştir.

OSMANLILAR DÖNEMİNDE HUKUK:
  • Diğer İslam ve Türk devletlerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de hukuk esas itibariyle İslam hukukundan oluşmaktadır.
  • Osmanlılar İslam hukukunu uygularken zamanın gerektiği düzenlemeleri ve ilaveleri yapmaktan geri durmamışlardır.
  • Örfi hukuk terimine ilk defa Fatih döneminde rastlanmaktadır.
  • Osmanlılar fethettikleri ülkelerin hukuki yapılarını birden bire değiştirip yerleşik halkı tamamen yabancısı oldukları bir hukuk sistemiyle başbaşa bırakmak yerine mevcut örf ve adetleri belli süre içinde yürürlükte bırakıp zaman içerisinde Osmanlı hukukuyla bütünleştirmeyi hukuk realitesi açısından daha elverişli görmüşlerdir.
  • Örfi hukuk bir kanun hukukudur.
  • Fatih, II. Bayezid, Yavuz, Kanuni dönemleri: Resmen kanunnameler tedvin edildi. Buna rağmen Tanzimat Dönemi’ne kadar bir hukuk dalını bütününe içine alan bir kanunlaştırma veya tedvin faaliyeti yok.
  • Kabusname: Hükümdarın askerle, askerin altınla güç bulduğu, altının bayındırlıkla kazanıldığı, bayındırlığın ise adalet ve insafla yayıldığından bahsedilmektedir. Benzer bir ifade Kutadgu Bilig’de de vardır.
  • Adaletin temini: Hukuk kurallarının belirgin ve biliniyor olması. Örnek; Hammurabi kanunları taş kitabelere işlenip halkın görebileceği meydanlara dikilmiştir.
Roma Hukuku: Corpus Iuris Civilis
Yahudi Hukuku: Mişna
Kilise Hukuku: IX. Gregory Emirnameleri
Codex Iuris Cononici: Toplumların hukuk kurallarını sağlıklı bir biçimde öğrenmelerini temin hedefine yönelik.
  • İslam Hukuku: Resmi kanun derlemeleriyle değil, şahıslar tarafından yazılmış bulunan hukuk kitapları. Ferdi yorum = içtihat.

  • Biga Sancağı Kanunnamesi: II. Selim Dönemi. Her vilayette olan kanunların bilinmesi.
  • Kamu hukukunun şekillenmesi: -zengin bir devlet kurma
-idare etme geleneği
  • Tekalif-i Şer’iyye: Zekat, öşür, haraç, cizye gibi şeri vergiler devletin giderlerini karşılayamıyor.
  • Kanunnamelerin halka duyurulmasına önem verilmesi ve bunun çeşitli kanunnamelerde düzenlenmiş bulunması onların kendi kanuni haklarını öğrenmeleri hedefine yöneliktir.

ÖRFİ HUKUKUN DOĞUŞ SEBEPLERİ:
“Beylik, kanun ile ayakta durur.” -Kutadgu Bilig
“Meşru olmayan bir konuda padişahın yetkisi geçersizdir.” diyor Şeyhülislam, Kanuni’ye.
4 Halife Dönemi’ndeki cumhuriyete benzer yönetim biçimi saltanata dönüşmüştür. İslam hukukunun geri kalması.
Devlet adamları, devlet yönetiminde kendilerini daha etkin görmüşlerdir. Hukukçulara teorik gözle bakılmıştır, itibar etmemişlerdir.
“İçtihat kapısı kapalıdır” denmiştir. İçtihat, yeni bir din oluşturmak olarak görülmüştür. Hukuk hayattan kopuk olursa o boşluğu başkaları doldurur.
Mali bakımdan şeri hukuk yeterli kalmamıştır. Osmanlı’nın içinde bulunduğu mali, askeri, idari nedenler örfi hukuku doğurmuştur.
  • Miri Arazi: Devlet hazinesidir. Vatandaşa ziraat yapması için bırakılmıştır. Ekip biçtiği sürece devam eder ve hatta kullanma hakkı, kullananın mirasçılarına da geçer. (arazi hukuku + vergi hukuku)
  • Ceza hukuku: İslam hukuku dışında suçlara yeni cezalar getirilmiştir. Sınırlı yasama yetkisi getirilmiştir.





ŞERİ HUKUK / ÖRFİ HUKUK:
Şeri hukuk vahiy esaslıdır. Örfi hukuk akıl esaslıdır.
Şeri hukuk, kamu hukukunda geride kaldığı için örfi hukuk doğmuştur.
İlk örfi vergi: pazar vergisi (bac)
Timurun Tüzükatı ve Cengiz Yasası bilinen yasalardır. Örfi hukuktan bahsedilir.

Sofyalı Ali Çavus Kanunnamesi: Derleyicilerin adıyla anılan kanunlardır. Belli alanlardaki kanunları bir araya getirirler.
* Kanun yoksa keyfilik vardır. Kanun, devlet hayatına disiplin getirir. Şeri hukuk ve örfi hukuk uyum içinde bulunmuştur.
Kanunnameler çıkartılmadan önce İslam hukukuna uygunluğunun incelenmesi için Şeyhülislam’a gönderilirmiş. Özellikle Tanzimat’ta durum böyleymiş. Örnek; Mecelle, Şeyhülislam’a gönderilmişti.
Padişahlar, çıkartacakları kanun için Şeyhülislam’dan fetva isterdi.
Sayılı sınırlı şer’i vergiler (tekalif-i şer’iyye) alınmaya devam ederken yeni mali kaynaklara duyulan ihtiyaç sebebiyle birçok örfi vergi de (tekalif-i örfiyye) konmuş ve tahsil edilmiştir.
Nişancı: Asıl işi örfi hukuktan sorumlu olmaktı, padişahın fermanlarına tuğra çekmek değil. Medrese mezunu hukukçudur.

ŞER’İYYE MAHKEMELERİ: Osmanlı’da asıl mahkeme.
Osmanlı Devleti’nin başlangıcından Tanzimat Dönemi’ne kadar uzun asırlar her türlü hukuki ihtilafların çözüldüğü bir mercii olmuştur.
Burada bir kadı ve mahkemenin bulunduğu yerin büyüklüğüne göre sayıları değişen muhtelif yardımcılar görev yaparlar.
Yargılamayı bir nevi müşahit gözüyle izleyen şühud ve şühudü’l-hal denilen görevliler tek hakimli İslam adliye teşkilatına kendine has bir zenginlik kazandırmıştır.
17. asrın başında bir kadının görev süresinin dolmasını bekleyen 10 kadar kadı adayının bulunması kadrosuzluğun ne boyutlarda olduğunu ve açıkta bekleyen ne kadar kadı adayının bulunduğunu göstermektedir.
Kazasker ve Şeyhülislam tarafından tayin edilen kadılar bölgelerindeki idarecilerden bağımsız olarak yargı görevini yerine getirmişler, yöneticilerin kendilerine müdahaleleri veya görevini bizzat yürütmeleri esas itibariyle söz konusu olmamıştır.
Yargının yürütmeden bağımsız olmasının sonucu olarak kadılarla beylerbeyi, sancakbeyi gibi ehl-i örf arasındaki ilişki, bir astlık üstlük ilişkisi değildir. Kadı görevini ifa ederken bunlara bağımlı olarak çalışmamaktadır.*
Halife yargı erkinin başıdır. Halife ile kadılar arasında vekalet akdi var.



Kadının Görevleri:
* Hakim olarak yaptıkları yargı görevi.
Görev hudutları ve süresi dışında kadının vermiş olduğu hükümler geçerli değildir.
Kadılar görevlerini ifa ederken sadece şeri davalara değil, örfi davalara da bakmakla yükümlüdürler. Osmanlı Devleti’nde örfi davalara bakmakla vazifeli özel bir mahkeme hiçbir zaman olmamıştır.

Hem hukuk, hem de ceza davasına bakar.
Padişah belirli konularda belirli bölgelerde kadıları sınırlandırabilir. Örnek; Su davalarının Eyüp’te bakılmasına ilişkin kanunname maddesi çıkartılmıştır.
Vakıfları denetlemek.
Noterlik görevi yapar.
  • Klasik Dönem’de kadının görev sahası çok genişlemiştir.
  • Kadı devletten maaş almazdı, harç alırdı.
  • Kadının kararlarından memnun olmayanlar Divan-ı Hümayun’a taşırdı. Divan-ı Hümayun aynı zamanda bir temyiz mahkemesidir.
  • Bir kadının kararı başka bir kadı tarafından bozulamaz.
  • Vekiller sınıfı: Hukuku bilen kimseler. Yarı avukatlık gibi. Her türlü hukuki anlaşmazlıklarda tarafların mahkemeye bizzat gelerek haklarını aramaları mümkün olduğu gibi vekiller aracılığıyla da davalarını takip etmeleri de imkan dahilindedir.
  • Kadı beratı: Kadının nerede karar vereceği ve görev süresi bellidir. Kadıların görev süresi 2-3 yıl olarak belirlenmiştir. Az tutulmasının nedeni; kadıların sürekli olarak hakimlik yapıp öğretim faaliyetlerinden uzak kalmalarının ilmi yönden aleyhlerine olacağı, belli bir bölgede uzun süre görev yapmalarının ve yöre insanlarını yakından tanımalarının da yargılama sırasında tarafsız davranmalarına menfi yönde etki edebileceği gerekçeleriyle bazı İslam hukukçuları aynı yerde sürekli kadılık yapmayı mahzurlu görmüşlerdir.
  • Hakim; hizmet sahibi, anlayışlı, doğru, emin olmalıdır. Mecelle, ideal bir hakim portresi çiziyor.
  • Zaman zaman sembolik olarak Osmanlı padişahları da yargılama yapmışlardır.










Kadı Yardımcıları:
I.) Naibler:
Kadıların yargı görevini ifa ederken yardımına başvurdukları görevlilerin başında naibler gelir.
Belirli bir süre veya belirli bir iş için tayin edilen yardımcılardır.

Kadıların verdikleri yetki çerçevesinde görevlerini ifa ederler.
Kadının görevi başında olmadığı zamanlarda ona vekaleten görev yaparlar.
Uzun bir süre için vekaletin Osmanlılarda en çok karşılaşılan örneği çoğu kere uzak bir bölgeye kadı tayin edilen kimsenin kaza mahalline gitmeyerek İstanbul’da kalması ve yerine bir naib göndermesidir.
Kaza görevini vekaleten yerine getiren bu naibler topladıkları harçlardan anlaştıkları miktarı asıl kadıya verirlerdi.
II.) Şühudü’l-hal:
Jüriye benzer.
Davanın büyüklüğüne göre sayısı değişir.
III.) Kassamlar:
Kadıların yaptıkları önemli görevlerden biride ölen kimselerin geride bıraktıkları mallarını (tereke) İslam miras hukuku esasları çerçevesinde mirasçılara paylaştırmaktır. Bu görevi kadı adına bu işle görevli olan kassamlar yapar.
Kadı kassamları
Kazasker kassamları: Kamu görevlilerin miras taksimleri kazasker kassamları tarafından yapılır.
IV.) Katipler:
Kadının vermiş olduğu kararları bunlar için belirlenmiş usule (sak usulüne) uygun olarak deftere geçiren ve hukuk metinlerini yazma konusunda yetişiş olan yardımcılar.

DİVAN-I HÜMAYUN:
En etkili hakim sıfatıyla Rumeli ve Anadolu kazaskerleri burada yer almıştır. Davalara kural olarak Rumeli kazaskeri bakmakta, işlerin yoğun olduğu günlerde veziriazamın isteği üzerine Anadolu kazaskeri de dava dinlemekteydi.
Kanun hakimiyetini sağlama bakımından önemli bir görev üstlenmiştir.
Divan’da duruşmalı veya duruşmasız olarak yapılan yargılamada kadılar tarafından verilen kararlar hukuka aykırı bulunduğunda çoğu kere aynı mahkemeye bazen de başka bir mahkemeye tekrar yargılanmak üzere geri gönderilmekteydi.

VEZİRİAZAM DİVANLARI:
Bunlar zaman zaman adli veya idari mahkeme olarak görev yapmaktadırlar.
Bunların başında cuma divanı gelir. Şeri ve örfi hukuk alanında önemli yargılamalar yapılırdı.
Veziriazam bu divanda şikayetleri dinler, gerekli görürse Rumeli kazaskerine de dinletirdi.

Diğer önemli bir divan da çarşamba divanıdır. İstanbul’da oturmakta olanların şikayetleri ve hukuki ihtilafları dinlenmekteydi.

KAZASKER DİVANLARI:
İlk defa Abbasiler’de ortaya çıkan başkadılık (Kadı’l-kudatlık) kurumunun yerini Osmanlı Devleti’nde İslam’ın ilk asırlarında ordu kadılığı olarak kurulmuş bulunan kazaskerlik kurumu almıştır.
Kazaskerlik, bir idari kurum olarak kadı tayinleriyle ilgilenmiştir.


DİĞER MAHKEMELER:
Osmanlı devletinde şer’iyye mahkemelerinin ve diğer divanların yanı sıra gerek veziriazamların gerekse de diğer vezirlerin ülke içerisinde çoğu kere sefer vesilesiyle seyahat ederken geçtikleri yerlerde divan kurup dava dinlediklerine de rastlanmaktadır.
Paşa Divanları: Eyaletlerde beylerbeyinin başkanlığında kurulan belirli kazai görevleri olan divanlar.
Tarikat: Tarikat şeyhi mahkemeye gitmeden hakem rolü üstlenir.


RESMİ MEZHEP:
Bu uygulama 20. yüzyılın başına kadar devam etmiştir.
Resmi bir kanunlaştırma faaliyetinin bulunmadığı dönemlerde bir mezhebe bağlı kalmanın ve mahkemelerde sadece o mezhebin içtihatlarını uygulamanın hukuki birlik ve istikrar bakımından önemi küçümsenemez.

FETVA VE FETVA - KAZA İLİŞKİSİ:
  • Fetva: Dini ve hukuki suallere verilen cevaplardan ibarettir.
  • Fetva vermek için kadılarda olduğu gibi merkezi bir otorite tarafından tayin edilmek gerekmeyip hukuk bilgisine sahip olmak yeterli olduğu için fıkıh öğreniminin yapıldığı medreselerdeki müderrisler tabii birer müftü durumundaydılar.
  • Kadıların önlerine gelen dava ile ilgili hukuki esası bulmakta kendilerine yardımcı olacak bir müftüye zaman zaman muhtaç oldukları aşikardır.
  • Müftüler bir kısım problemlerin mahkemeye intikal etmeden çözümlenmelerini de sağlamıştır.

OSMANLI HUKUKUNDA FETVANIN ROLÜ:

Bütün bu faydalarından ötürü Osmanlı devletinde vilayet, sancak,kaza gibi yerleşim bölgelerine merkezi otorite tarafından kadılar tayin edildiği gibi müftüler de tayin edilmiştir. Zaman zaman fetvalar bizzat kadılar tarafından istenmiştir.
Şer’iyye sicil defterlerinde taraflardan birş tarafından getirilen fetvaya dayanılarak verilen birçok hükme rastlanmaktadır. —> Kadılar fetvaların etkisi altında kalmışlardır.
Fetvanın reddedilebilmesi için kadının elinde sağlam gerekçeler olması gerekir. Aksi halde ilgili taraf davayı Divan-ı Hümayun’a aksettirebilir.
Şeyhülislam tarafından verilen fetvaların özel bir ağırlığı vardır.
Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin Ma’ruzat isimli eserinde toplanmış bulunan fetvaları doğrudan padişaha arz edilmiş ve onun tarafından gereğince amel olunması emredilmiş  ve böylece de bağlayıcı hale getirilmiş fetvaların en dikkate değer örneğini teşkil etmektedir. Bir içtihat hukuku olan İslam hukukunun zaman içinde kanun hukuku olmaya doğru bir evrim geçirmeye başladığının işareti de sayılabilir; çünkü ilk defa içtihat hukukunun ortaya koyduğu çözümlerden bir tanesi hukukçuların tercihiyle değil, bir fermanla kanun hükmü haline getirilmektedir.*
Kadıların vermiş olduğu hükümler her zaman kolayca müftülerin ilmi denetimine açık olmuştur.

YÜRÜLÜK VE BİLGİ KAYNAKLARI:
Mecelle’ye kadar resmi bir tedvin hareketine rastlanmaz.
İçtihat faaliyetlerinin çok yoğun olduğu dönemlerde resmi bir tedvin faaliyetinin olmayışı İslam hukukunun gelişmesinde müspet bir etkisinin olduğu şüphesizdir.
I.) KİTAPLAR:
Hanefi fıkıh kitapları: Kadılara mahkemelerde aradıkları hükmü bulmakta yardımcı olan birer bilgi kaynağı.
Fıkıh kitapları özel bir tedvin faaliyeti olarak değerlendirilebilir.
Dürer ve Mülteka: Bu iki eser Osmanlı mahkemelerinde adeta birer kanun mecmuası gibi hizmet görmüş, kadılara büyük kolaylık sağlamıştır.

II.) FETVA MECMUALARI:
Kadıların ikinci önemli bilgi kaynağıdır.
Sual-cevap tarzında hazırlanan ve sorulan meseleye kesin cevaplar veren fetvaları içeren bu mecmualar en çok karşılaşılan problemlere yer vermesi, Hanefi mezhebi içinde hakim görüşü bildirmesi sebebiyle kadıların çok sık başvurdukları bir kaynak olmuştur.

III.) KANUNNAMELER:
1.) Belli bir konuda hüküm ihtiva eden kanunnameler.
2.) Sancak ve vilayetlerde cari olan arazi ve vergi kanunlarını toplayan vilayet veya sancak kanunları.
3.) Bütün imparatorlukta cari olan hükümleri bir araya getiren genel kanunnameler.

Daha ziyade ceza, arazı
ve vergi
hukuku sahalarındaki hükümleri
toplayan
kanunnamelerdir. Osmanlı
hukukunun
uygulanmasına önemli ölçüde
kolaylık
getirmişlerdir.





IV.) ŞER’İYYE SİCİL DEFTERLERİ:
Mahkemelerde yapılan her türlü işlemlerin suretleri yer almaktadır.
İslam hukuk tarihinde çok erken dönemlerden itibaren tutulmaya başlanmıştır.
İlk kadı sicillerinin Emeviler döneminde Mısır’da tutulmaya başlandığı bilinmektedir. İspat etme
Öte yandan kadılara gönderilen irade, ferman ve hükümler de gerektiğinde başvurulmak üzere şer’iyye sicil defterlerine kaydedilmekteydi.
Kadılar özellikle örfi hukukla ilgili ihtilafları bu defterlerdeki hüküm irade ve fermanlar istikametinde çözmekteydi.
Osmanlı hukukunun uygulanması sırasında bir yürürlük kaynağı olarak oynadığı rol daha iyi anlaşılır.

DEVLETİN YAPISI VE İŞLEYİŞİ İSLAM HUKUK TARİHİNDE:
İslam hukukunda devletin öncülüğünde hazırlanmış resmi kanun metinleri bulunmamaktadır. Bu sebeple; aile, miras, borçlar, ticaret, ceza hukuku gibi anayasa hukuku esasları da İslam hukukçuları tarafından kaleme alınan ve resmi özelliği bulunmayan fıkıh kitaplarında derlenmiştir.
Kitap ve Sünnet: Bir anlamda anayasa esasları özelliğini taşımaktaydılar.



İslam hukukunda neden anayasa yok?
Açıklama: “İslam hukukunda hangi kanun var ki ona bir anayasa olsun” düşüncesi Açıklama: Kuran ve Sünnet’deki açıklamalar anayasa olarak görülmüştür.

  • Medine Anayasası: “Medine Vesikası” olarak da adlandırılır. Kaba, çekirdek olarak bir anayasa yargısı modeli çiziyor. Müslümanlar (Mekke’den göç edenler ve Medine’nin yerlileri), Putperestler ve Yahudiler var. Kureyş kabilesinin muhtemel saldırılarına bir tedbir olmak üzere Hz. Peygamber Medine’yi oluşturan topluluklarla işbirliği yapmak istemiş ve esas itibariyle Medine’yi dış düşmanlara karşı korumak ve dahili düzeni sağlamak maksadıyla bu topluluklarla bir anlaşma yapmıştır. Yeni bri devletin (Medine Devleti) kuruluş belgesi özelliğini taşımaktadır. O devleti oluşturan dert ve grupların tabi olduğu birtakım temel esasları o günün anlayış ve üslubu içerisinde vermektedir. Hz. Peygamber adeta, açıkça olmasa da devletin başı olarak kabul edilmiştir.
Tarafların hakları ve yükümlülükleri sayılmış. Hz. Muhammed’in baş hakem kabul edilmesi. Hz. Muhammed’in ordunun başı kabul edilmesi. Bir uyuşmazlıkta sulh ve barış yoluna gidilmesi.

TÜRK HUKUK TARİHİNDE:
1.) Fatih’in Teşkilat Kanunnamesi (Kanunname-i Al-i Osman):
  • Devletin teşkilatını, yapısını ortaya koyan belge.
  • Fatih döneminde, Divan-ı Hümayun’da nişancılık görevinde bulunan Leysizade Mehmed
b. Mustafa tarafından mevcut teamülü esasların kaleme alınması istenmiş ve ortaya Teşkilat Kanunnamesi çıkmıştır.
  • 3 bölümden oluşuyor:
Divan-ı Hümayun
Saltanatla ilgili işler ve teşrifat kuralları Teşvik ve cezalara ilişkin esaslar

2.) Kanun-i Esasi (1876):
Türk hukuk tarihinde görülen diğer yazılı bir anayasa.
Bu dönemde hazırlanan birçok kanun gibi batılılaşmanın izlerini taşımaktadır.
Devlete yeni bir düzen verme çabalarının yanı sıra devletin o sırada içinde bulunduğu dış problemleri halletme arzuları da Meşrutiyet’in ve Kanun-i Esasi’nin ilanında önemli rol oynamıştır. Ancak ümit edildiği gibi devletin içinde bulunduğu harici gaileleri çözememiştir. DEVLETİN YAPISI:
Hemen hemen bütün İslam ve Türk devletlerinde görülür:
Devlet Başkanlığı Vezaret
Divan

I.) DEVLET BAŞKANLIĞI (HİLAFET):
Bu kurumlar arasında en önemlisidir.
“Din ve dünya işlerini görmek için resullüllaha halef olmalıdır” diye tarif edilmektedir.
İslam alimlerinin devlet başkanlığı kurumuyla kastettikleri esasında devletin bizzat kendisidir.
İslam hukukçuları devlet başkanının belirlenme usulü konusunda dört halife dönemini örnek almışlardır.
Belirlenmesi: Şiilerin, Sünnilerden ayrıldıkları en önemli nokta halifenin mutlaka ehl-i beytten olması gereğidir.
a.) Sünni Mezheplerde:
Seçimle iş başına gelir.
Veliaht göstermek. Örnek: Hz. Ebubekir, yerine geçmek üzere Hz. Ömer’i belirlemiştir. Zor: Devleti zorla ele geçirmek.
Aday, seçmenler, irade beyanı (biat) var. Biat etmek = oy vermek.
O gün Medine’de kimler varsa seçime iştirak edebilmiştir. Kimse geri çevrilmemiştir. Örnek: Hz. Ebubekir seçimle gelmiştir.
Ehlü’l-hal ve’l-akd: Bugün seçmen dediğimiz kesim.


b.) Şii Mezheplerde:
Tayin. (Nas) İmamiyye’ye göre halife bir önceki halifenin tayiniyle belirlenir; çünkü bu mezhebe göre halife masum (suçsuz-günahsız) olmalıdır. Masum olanın belirlenmesi seçimle veya ahdla olmaz. Masumu ancak bir başka masum belirleyebilir, o da  başlangıçta Hz. Peygamber’in bizzat kendisidir. Hz. Peygamber yerine geçmek üzere Hz. Ali’yi meşru halife olarak belirlemiştir.
Seçim. Zeydiyye ise devlet başkanının seçimle belirlenmesi gerektiği görüşünde. Ancak bu seçim mutlaka ehl-i beyt içinden (peygamber soyundan) olmalıdır.




Devlet Başkanında Aranan Nitelikler:
İlim: Hukuk bilgisinin olması.
Kureyş Kabilesi’ne mensup olması: İlk 4 halife gibi. Kureyş o dönemde karizması olan (şereflilerden oluşan) bir kabileydi.
İslam toplumunun en faziletlisi olması

Erkek olması: Klasik anlayışa göredir. Hatta imamlığa benzetilmektedir. Ayrıca yönetimde söz sahibi olmuş kadınlar da olmuştur. (Kösem Sultan, Hürrem Sultan)

Devlet Başkanının Görevleri: Dini hükümleri hakim kılmak Devlet işlerini yerine getirmek

II.) VEZİRLİK (VEZARET):
İslam devletinde hilafet kurumundan sonra gelen en önemli kurumdur.
  • Vezir-i tefviz: Geniş yetkili bir vezir. Osmanlılar’daki Veziriazam gibi.
  • Vezir-i tenfiz: Sınırlı yetkili bir vezir. Ancak kendisine verilen işleri yapmak durumundadır.


III.) DİVAN:
Kuruluşu genelde Hz. Ömer dönemine kadar çıkmaktadır.
Bu kurumun şüphesiz en gelişmiş şekli Osmanlı’da karşımıza çıkan Divan-ı Hümayun’dur.


DEVLETİN FONKSİYONLARI:
Yasama: İslam devletinde bir yasama organı mevcut değildir. Devlet başkanı geniş yetkilidir. Gerçek anlamda bir yasama faaliyeti yoktur.
Yürütme: Halifenin rolü fazladır ama sınırsız bir iktidarı yoktur. Yetkileri İslam hukukunun genel prensip ve hükümleriyle sınırlıdır. Yürütme fonksiyonunun yerine getirilmesinde vezir ve divanların da önemli rolleri bulunmaktadır.
Yargı: İslam devletinin en önemli fonksiyonlarından biridir. Sadece Müslümanların değil, bütün grupların yargı mercii Hz. Peygamber’di. Halifelerin İslam hukukunda baş kadı olarak kabul edilmesi bu anlayış ve geleneğin bir devamıdır. Hz. Ömer döneminden itibaren çeşitli bölgelere idarecilerin yanı sıra onlardan bağımsız kadıların tayin edilmesi yürütme ve yargının birbirininden ayrılmaya başladığının göstergesidir.


DEVLETİN TEMEL ÖZELLİKLERİ:
Dini Esaslara Dayanması: Halifenin yorumları mutlak doğru özelliği taşımamaktadır. Sınırlı İktidar: Devlet başkanının dilediği alanda istediği biçimde kanun koyamaması onun sadece yasama alanında değil, yürütme ve yargı alanında da iktidarını sınırlandırmaktadır.

Şura Prensibi: Şura (dayanışma) esasına dayanmış olmasıdır. Hz. Peygamber sadece devlet işlerini değil, zaman zaman din işlerini de arkadaşlarına danışarak çözüme ulaştırmaya çalışmıştır.

OSMANLI DÖNEMİ UYGULAMASI:
Padişah Veziriazam
Divan-ı Hümayun


I.) PADİŞAH:
Belirlenmesi:
Seçim: Padişah öldüğünde yerine geçecek şehzadenin merkezdeki dar bir kadro tarafından belirlenmesi. Özellikle veziriazamın önemli rolü vardır. —> ehlü’l hal ve’l-akd: İslami geleneğin izi var.
Ahd: İşbaşındaki hükümdar tarafından yerine geçecek kimsenin belirlenmesi. I. ve II. Murat, Fatih Sultan Mehmet bu şekilde hükümdar olmuştur.
Zor Kullanma: Bir istisna; Yavuz Sultan Selim’in zorla hükümdar olması.
Ekberiyet Usulü (En Büyük Evlat Kuralı): 1876 Kanun-i Esasi bunu kanunlaştırmıştır.
Kardeş Katli Meselesi: Taht kavgalarını önlemenin bir yolu olarak. Nizam-ı alem için.


Görev ve Yetkileri:
Yasama: Anadolu ve Rumeli’de Hanefi mezhebinin resmi mezhep yapılması. Evlenmelerde mahkemelerin kontrolünün sağlanması. İslam hukukunun temel prensiplerine aykırı olacak kanun koyamaz devlet başkanı.
Yürütme: Osmanlı padişahlarının en geniş yetkilere sahip oldukları alan. En etkin organ Divan’ı Hümayun’dur.
Yargı: Padişahın önemli yetki ve görevleri vardır. Devlet başkanı sıfatıyla bizzat yargılama yetkisi var. Osmanlı’da tüm kadıları atama yetkisi de devlet başkanı sıfatıyla padişaha ait. II.) VEZİRİAZAM:
Osmanlı’da padişahtan sonra gelen en yetkili görevlidir.
Padişahın görevi ve yetkili olduğu alanlarda vekili sıfatıyla onun sahip olduğu yetkileri kullanır, bürokrasideki bütün tayinler onun tarafından veya onun bilgisi dahilinde yapılır.
Fatih, padişahın yetkilerini ve Osmanlı’nın merkeziyetçi karakterini güçlendirmesine paralel olarak mutlak vekili olan veziriazamın konumunu da güçlendirmiştir.

Sadece Divan-ı Hümayun’u yönetmez, salı ve perşembe günleri dışında kendi konağında toplanan ve daha çok idari işlere bakan ikindi divanını yönetir.
Devletin kuruluş dönemlerinde vezirler daha çok Türk soyundan seçilirken İstanbul fethinden sonra kul ve devşirme taifesinden seçilmesi ağırlık kazanmıştır.

III.) DİVAN-I HÜMAYUN:
Abbasilerden itibaren bütün İslam devletlerinde görülen merkez divanlarının en gelişmiş örneğidir.
Üyeleri: Veziriazam Kubbealtı Vezirleri Kazaskerler Nişancı
Defterdar
Rumeli Beylerbeyi Kaptan-ı Derya Yeniçeri Ağası Divanın Toplanması:
Padişah divanı olduğundan devamlı onun bulunduğu yerde toplanır.
Başlangıçta her gün toplanırken 16. asrın ortalarından itibaren cumartesi, pazar, pazartesi ve salı günleri olmak üzere haftada 4 gün toplanmıştır.
Fatih dönemine kadar bizzat padişahın, bu dönemden sonra veziriazamın başkanlığında toplanmıştır.
Arza Çıkma:
Divan toplantılarından sonra divan üyeleri bilgi vermek ve onayını almak üzere padişahın huzuruna çıkarlar ki buna arza çıkmak denir.
Padişahın divan toplantılarına başkanlık etmekten vazgeçmesinden sonra uygulanmaya başlamıştır.
Arza ilk önce yeniçeri ağası çıkar.
GAYRİMÜSLİMLER
Zimmiler Müste’menler

I.) ZİMMİLER:

Bir ülke İslam devleti hakimiyetine geçtiği zaman burada bulunan gayrimüslimler ya İslam ülkesini terk edip diledikleri bir yere giderler veya İslam devletiyle bir antlaşma yaparak bu antlaşmadaki esaslar dahilinde eski yurtlarında yaşamaya devam ederler.
İslam devletiyle gayrimüslimler arasında yapılan bu antlaşmaya zimmet antlaşması, buna taraf olan gayrimüslimlere de zimmi denir.
Gayrimüslimlere tanınan temel hak ve hürriyetler: Can ve Mal Güvenliği:
Din ve Vicdan Hürriyeti:
İnanç hürriyeti
Dini ayin ve ibadet hürriyeti Dinlerini öğretme hürriyeti

Zimmilerin Hukuki ve Kazai Statüsü:
Bir zimmiyle bir müslümanın hukuki ihtilafında yetkili kaza mercii şer’iyye mahkemesidir ve genel kurala uygun olarak bu ihtilafa İslam hukuku hükümleri uygulanır.

II.) MÜSTE’MENLER:
Aslında İslam hukuku tebası olmayıp geçici bir süre için izinli olarak İslam ülkesinde bulunan yabancılardır.
Ebu Hanefi’ye göre müste’menlere şahıs haklarına yönelik suçlarda İslam hukuku hükümleri uygulanır.


* İster zimmi olsun ister müste’men olsun gayrimüslimlerin Osmanlı Devleti’nde sahip oldukları hukuki ve kazai imtiyazlar ancak Türkiye Cumhuriyeti ile Batılı devletler arasında imzalanan Lozan Antlaşması ile yeni bir şekle bağlanmış, cemaat ve konsolosluk mahkemelerinin kaza yetkileri sona ermiştir.



Muhammed Furkan KIZILATEŞ

Some say he’s half man half fish, others say he’s more of a seventy/thirty split. Either way he’s a fishy bastard.